GÜNCELLİĞİNİ YİTİRMEYEN BİR SORUN:
"KAMUSAL MEKÂN" ÖLÇÜTÜ

Can alıcı soru şu: Özgürlükler açısından öngörülen sınırlamalar, “her zaman”, “her yerde”, “her koşulda” ve “herkes için” aynı yoğunlukta uygulanmalı mıdır? Özgürlüklerin sınırlandırılmasında, Anayasa’daki sınırlama koşullarının yanı sıra, mekân unsurunun rolüne değinmek gerekir. Bu kriter, özellikle dinsel ibadet ve uygulamaların ölçülülük ilkesine uygun biçimde (gerektiği takdirde, gerektiği biçimde ve gerektiği kadarıyla) sınırlandırılmasında son derece önemlidir:

“Hukuken üç mekân ayrımı yapılabilir: Özel alan, kamusal ve sosyal alan, devlet alanı./ Birey özgürlüğü, birincisinde en geniş (özel ve ailesel yaşam için öngörülen özgürlük güvenceleri bunu sağlamaya yönelik)tir. Bireyin toplumsal ilişkiler örgüsünde yer aldığı kamusal yaşam (sivil toplum örgütleri, siyasal partiler, şirketler, meslek kuruluşları, ...) kendine özgü hukuki ya da toplumsal kuralları da beraberinde getirdiği için birey haklarını çeşitli açılardan kayıtlar (örneğin parti disiplini) ... [K]amusal alan, özgürlüklerin kullanımına ve gelişimine en elverişli alandır. / Devlet mekânına gelince, burada görev, yetki ve sorumluluklar öne çıktığı için, belli bir statüye konulan bireyin kişisel özgürlük alanı daralır. / Kısacası, üçlü mek­ân ayrımında ... giderek hak ve özgürlüklerin kayıtlanmasına karşılık, görev, yetki ve sorumluluklar öne çıkar”. [KABOĞLU, İbrahim, Anayasa ve Toplum, s. 178.]

Alıntılanan pasajdaki kategorileri aşamalı biçimde alt alta koyup, örnek alanlar türettiğimizde, şu tablo ortaya çıkar:

Özel (bireysel) alan: Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Güniz Sokak’taki özel konutu, TBMM Başkanı'nın Meclis'teki odasında kıyafetlerini değiştirdiği kısım, konutunuz ve özellikle size ait odanız, vs.
Kamusal (sosyal) alan: Pera Palas Oteli, Savaş Karşıtları Derneği, Harbiye Sineması, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, Beşiktaş Deniz Müzesi, Atatürk Havalimanı, Carrefoure alışveriş ve eğlence merkezi, Çırağan Sarayı, Gülhane Parkı, Reina Bar, vs.
Resmî alan (devlet alanı): İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesi, Cumhurbaşkanlığı Köşkü, Başbakanlık Konutu, Genelkurmay Başkanlığı, vs.

Mekânların niteliğinin ve dolayısıyla sınırlamanın artan yoğunluğunun saptanması açısından, kritik bir noktaya vurgu yapılmalı: kanımızca, örneklenen mekânlar veya benzerleri, “her zaman” ve “her koşul”da aynı sınırlama kategorisinde sabit biçimde yer alacakmış biçiminde değerlendirilmemeli; gelişen ve değişen koşulları dikkate alan esnek bir yorum tarzı geliştirilmelidir. Mekânlar, bazı özel durumlarda nitelik değiştirebilir. Örn., normalde özel alan niteliği taşıyan bir konut, cinayet sonrasında delillerin toplanabilmesi için alınan önlemlerle resmî alan halini alabilir. Benzer şekilde, olağan koşullarda kamusal alan olduğu ileri sürülebilecek bir havalimanının, yabancı bir ülkenin devlet başkanını karşılama töreni süresince resmî alana dönüşeceği savunulabilir, vs.

Bu aşamalı sınırlama tablosunu, şu şekilde analiz edebiliriz: Temel hak ve özgürlükler, her mekânda aynı derecede sınırlanamaz. Sınırlamanın yoğunluğu, mekânlara göre artar veya azalır. Mekânın niteliğinin dikkate alınmaması, ‘sınırlamanın nereye giderse gitsin kişiyi izlemesi’ anlamına gelir ki, hukuk devletinde bu tür bir sınırlama anlayışı, adaletsizliğe neden olur. Örneğin, bir milletvekilinin TBMM’de dinsel kıyafet taşımasının sınırlanması, özel konutunda ve bir dinlenme tesisinde de aynı yasağın uygulanmasına olanak vermemelidir. Ancak, en az bunun kadar önemli olan bir diğer husus da şudur: Kişinin özellikleri göz önüne alınmaksızın, yalnızca mekânın niteliği dikkate alınarak yapılan bir sınırlama da, ‘mekânda bulunan herkesin sınırlanması’nı doğurur ki, bu da sakıncalı sonuçlar yaratabilir.

Örneğin, bir hastane açısından düşünülecek olursa, resmî sıfat taşıyan bir doktorun dinsel kıyafet giyinmesinin yasaklanıyor olması, her ne kadar resmî alanda bulunmakta ise de resmî sıfat taşımayan hastanın da aynı şekilde sınırlamaya tâbi kılınmasına gerekçe teşkil edemez. O halde, yasada yer alan sınırlamanın kişilere uygulanmasında; muhatap kişinin özelliklerinin yanı sıra, ilgili mekânın nitelikleri ve şartlara göre değişen ve sınırlamayı etkileyebilecek diğer tüm koşullar dikkate alınmalıdır”(Hizmet alan- hizmet veren ayırımı).

Mekân kriteri açısından son olarak şunu eklemek gerekir: söz konusu alan ayırımı, dinin resmî alana taşınmasının önlenmesi ve kamusal alan sınırında tutulması, hattâ bununla da yetinilmeyerek kamusal alandan da uzaklaştırılması ve kaynağına hapsedilmesi (“vicdanlara itilmesi”) hedeflerinden esinlenmektedir. Dinin resmî alana taşınmaması lâik devlet ideolojisinin gereği olmasına karşın, kamusal alanda tehdit olmasını önleyici “emniyet supabı” zaten mevcuttur: kamu düzeni kriteri.

Özetle, son yıllarda üzerinde oldukça yoğun tartışmalar yapılan söz konusu alan ayırımı, -futbol terminolojisi ile, deyim yerinde ise- “lâik devletin, din karşısındaki 3 aşamalı alan savunması”dır bir bakıma.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder